11 Ağustos 2015

Kralını tanımaz: Lukas Podolski!


Alman milli takımının ilk kaptanı Artur Hiller’dir. Sahanın içerisindeki dizilimden taktiğe ve oyuncu seçimininden uygulanacak stratejiye kadar her ayrıntıda sözünün ağırlığı olduğundan bahsedilir. 1954’te kazanılan Dünya Kupası finalinin bir gece öncesi kaptan Fritz Walter ile teknik direktör Sepp Herberger uzun bir yürüyüşe çıkarlar. Macarları finalde şaşırtan stratejiyi ve oyuncu seçimlerini ikilinin göl kıyısında yaptıkları bu yürüyüşte belirledikleri sık sık konuşulur. Alman milli formasını 40 kez sırtına geçirmiş olan Bernd Hölzenbein ise bir röportajında “Eğer Franz Beckenbauer bir artı bir eşittir üç diyorsa bizim için doğru oydu. Üzerine söz söylemek mümkün değildi” diyerek 70’lerin en güçlü iki kaptanından birisi olan Kaiser'in takım içerisindeki etkisini açıklıyordu. Paul Breitner ise daha uzun paragrafı hak ediyor zira Almanya’nın gördüğü belki de en güçlü saha içi lideri. Öyle ki Bayern Münih’te oyuncuları örgütleyip çeşitli eylemler yaparak-bilerek maç kaybetmek dahil- tam anlamıyla kulüpte bir darbe gerçekleştirmiş ve kulübün başkanı ile beraber teknik direktörünü tayin ederken bugüne kadar sürecek Uli Hoeness dönemini de başlatan isim oldu.

O liderlerden birisi de Oliver Kahn’dır.  Bastian Schweinsteiger katıldığı “Audi-Talk” programında şöyle bir şey anlatır: “Kasım 2002’de Kahn ile tanıştım, soyunma odasında yanımda oturuyordu. Sanırım ilk defa benimle 2005’de konuştu”  Manchester United'a transfer olan Owen Hargreaves bu hiyerarşiyi Effenberg üzerinden çok daha iyi anlatır.  Avantajları ve dezavantajları vardır..

Breitner'ın arkasından gelen Lothar Matthaeus ile devam eden bu sürecin Michael Ballack ile beraber son bulduğu iddia ediliyor. 

2010 Dünya Kupası’nda sakatlığı sonucu kadro dışı kalan Ballack’tan Lahm’a geçen kaptanlık sonrası eski tip saha içi liderliğinin de sona erdiğini, sahadaki her oyuncunun sorumluluğu eşit ölçüde paylaşacağı yeni dönemin başladığı sık sık dile getirildi.  Artık kimse diğerine emir veremeyecek deyim yerindeyse sahanın içerisinde veya dışında ezemeyecekti. Öte yandan bugün hala “lider futbolcu” takımlarda aranır, sezon başı dergiler takımların sözü en çok geçen isimleri hiyerarşik düzende sıraya dizer, bu geleneği devam ettirir zira Alman futbolunun ayrılmaz bir parçasıdır gerçekte.  

 Oliver Kahn gibi güçlü liderden Alman milli takımında kaptanlığı alan Michael Ballack’ın o tartışılmaz saha içi liderliğini bitiren ise Lahm’dan ziyade aslında prens Podolski oldu. Löw ile senli benli konuşan belki de tek futbolcuydu milli takımda. Hiyerarşide Podolski’nin kategorisi yoktur, o tek kişilik ülkesinin kralı olmayan prensidir ve en önemlisi şu ki gerekirse kralını tanımaz!

2010 Dünya Kupası eleme maçı olan Galler karşısında Panzerler maçı 2-0 kazansa da Alman halkının konuştuğu tek konu Lukas Podolski’nin takım kaptanı Michael Ballack’a maç içerisinde verdiği tepki oldu. Kendisine pas vermesi konusunda sürekli şikayette bulunan Ballack söylenmelerinin ayarını kaçırınca Köln’ün prensi Podolski tribünlerdeki binlerin tv başında ise izleyen milyonların önünde basıverdi tokatı kaptanın yüzüne.

Herkes şaşırdı, bu da ne oluyordu ki?

Oliver Kahn gibi ikonlaşmış bir figürden kaptanlığı alan ve teknik direktöre medya üzerinden-Frings'i milli takımdan emekli ettiği için-  ayar çekip kimin milli takımda olup olmamasına karar vereceğini düşünen saha içi tartışmasız lider ve kaptan Michael Ballack'a karşı  bu tepki nasıl mümkün olabilirdi?

Olur.

O Lukas Podolski.

18 yaşında 19 maçta attığı 10 gol sonrası Köln şehrinde Prens ilan edildi. İkinci ligde oynarken  dahi milli takıma seçilerek farklılığı, prensliği ve aslında Köln şehrinin ona taktığı  tacın tüm ülke tarafından onanması oldu.

O  gerçekte her zaman oynadığı takımların en şakacı futbolcusu olmuş ve  takım içerisinde kurulan grupların herhangi birisine dahil olmamış zira konumu itibari ile yalnızdır. Bazıları böyledir, diğerlerinin sorumluluğunu üzerine almaz, lider karakterli değildir. Bir bakıma gruplar üstü yalnız takılan kovboy misali futbolunu oynar, gollerini atar ve tüm takımın sahip olduğu neşenin de kaynağı olur.  

Üstelik çok küçük yaşta deneyim kazanmış, isim yapmış ve tarihe geçecek şekilde 125 kez Alman milli takımının formasını giyerek istediği konumu belirleyecek güce de sahip oldu.  Kendisinin dışında bir kesime liderlik ettiği görülmemiştir belki ama Podolski’ye de üstten bakıp komut vermek, liderlik  etmek de mümkün değildir. 

Taraftarlarını kral kendisini Prens ilan eden bu adam Alman futbol tarihinin en fazla gol atan üçüncü oyuncusu ve milli formayı sırtına geçirme adediyle adını Alman futbol tarihine 30 yaşını doldurmadan yazdırmayı başardı. Enteresan bir karakter ve fenomenliği sonuna kadar hak ediyor.

Taraftarını baş tacı eder. Sayısız eleştirilere karşı sosyal medyayı aşırı dozda kullanmaya devam eder zira onu sevenlerle iletişim kurma zorunluluğundan bahseder. Eğer ki duygusal bağı olan ve ligden düşmeye oynayacak Köln takımı onu istiyorsa gerekirse Bayern Münih'ten kendi rızasıyla bu geçişi yapar. Taraftarlarla olan ilişkisi performansını da belirler, neşeşini de.

Bizim memlekette kariyeri nedeniyle böyle bir olayın yaşanmayacağını varsayıyoruz  ama olur da  Podolski’ye ayar çekmeye çalışacak olan varsa bu son mohikan Michael Ballack tarafından denendi ve pek olumlu sonuçlanmadı diye uyarmak..

Hiç yorum yok: