26 Mart 2014

Placebo - The Crawl


Telli sahada maçı bölüp içeri girdiler. Ne olduğunu başta anlamadım ama yeni gelmiştim o okulun yurduna. Baktım, çevremdeki çocuklar yavaş yavaş sahayı terk etmeye hazırlanıyorlar. Gelen bebeler sahadan çıkmamızı istemekle beraber oynadığımız topu da istiyorlar. Henüz ben neyin ne olduğunu idrak edememişken insanlar maçı bırakmıştı bile. Çok kısa süre sonra anladım ve aslında kavga edeceğimi de.. Gözüme kestirdim en öndeki sözcülerini.  

Tam bu noktada durup o anı biraz daha ayrıntılı anlatmak gerekir.

Şimdi ben köyden geliyorum. Sokaklarda üzerimize saldıran köpeğin üzerine atlayarak boğuşmak, çocukluğumuzun eğlencesiydi. Dağlarda yılanları öldürmek, Çerkez köyün efendi çocuklarına dalaşmak, karşıdaki Macar köyün psikopatlarıyla her maçta kavga etmek olağan şeylerdi. Bu şehrin kolej çocuklarına kafa tutan mahalle çocuklarıysa ufak tefek ve benim için o dönemde sorun teşkil etmeyecek veletlerdi. Daha tehlikeli olanları mevcuttu ama bu grup onlardan değildi.

Nedendir bilinmez hep aynı şeyi yapardım. Bilinçli olarak zayıf gözükür, beni kolayca dışarı atabileceklerine dair bir intiba uyandırır ve dahası üzerime gelip alay etmelerini isterdim.  Sonucu belli olan kavganın öncesinde en ezileni olmak için kısa süre olağanüstü çaba harcardım. Onların yanına giderken eşofmanın cebinden anahtarlığı almış, ilk hamleyi olabildiğince geciktiriyorum. İstiyorum ki ezsinler, alay etsinler, arada itip kakalasınlar..

Akabinde gelişen olaylar sonucu top da saha da bizde kaldı. Ama öncesindeki tavrım 10 yaşından bu zamana kadar sürdü. O patlama anı öncesi karşı tarafın çirkinleşmesinden duyulan haz ve bunu sonuna kadar yaşama isteği.

Birisine zarar vermeden önce onun bunu hak ettiğini duyumsamak gibi iyimser bir açıklama gelebilir belki ama değil. İlerleyen yıllarda pek çok konuda bu tavır kendisini farklı biçimlerde var etmeye devam etti.
Babam kendi içerisinde bir düzen kurmuş, benim dışımda kalan çocukları da buna göre kendisini konumlandırmıştı. Eser, gürler, korkutur, gerekirse ezerdi. Dayak attığı nadir olsa da asıl korkutucu olan sözleri ya da kısıtlamalarıydı. Ondan korkuyormuş gibi yaptığımı hatırlıyorum yaz tatillerinin birisinde içimde en ufak bir korku duygusu olmasa dahi. Bir gün bir nedenden yine üzerime geldi. O duyguyu yeniden hissettim. 
Sonuna kadar gitmesini istiyordum içten içe.

Sonuna kadar da gitti.

Öyle bir patlama anıydı ki arada bir hatırlar, güleriz zira elime bıçağı dahi almış, o derece kopmuşum. Ama o öncesindeki bekleyiş esnasında hissettiklerim hep aynıdır.

Başka bir örnek vermek gerekirse Almanya’da çalıştığım iş yerinde müdür önüne geleni o gün olan aksaklık için azarlıyordu. Oysa ben sadece belge almak için oraya gelmiş ve olan bitenle en ufak bir ilgim yoktu. Sadece bunu söylesem “ha pardon deyip geçecekti” ama bekledim.  Paldır güldür sinir harbiyle kızıp bağırmaya devam etti. Daha önceden de küçük bir münakaşa yaşadığım bu adamın tavırlarına ezelden sinir olduğum için patlama anı öncesi o bağırıp çağırırken ben hesap kitap yapmaya başladım. Elimde neler vardı: 1- Ben olan bitenle sorumlu değilim sadece belge almak için geldim. 2- Öğrenci kontenjanından girdim işe ve saati 18 euro olan işçilerin yaptığı işin aynısını yapmamıza rağmen 8 euro alıyorduk sadece.  Hem haksız hem de aşırılığım yüzümden beni kovamazdı. O dönem yarım yamalak olan Almancamla önce burada olmadığımdan başlayıp yaptığının saygısızlık olduğuna dair tonla saydırmaya başladım. Daha da daha da üzerine gidince ortalık yıkıldı.


Bu gibi sayısız örnek var. Ben ortalığı yıkmayı, patlama anını değil ama güçsüzü ezen bu kesimlerin ezildiği andan keyif alıyordum sanırım. Öyle bir alışkanlığa dönüştü ki o patlama anının geldiğini hissetmeye başlayınca aşağılanma anından keyif almaya dahi başladım. Hep sonuna kadar gitmeleri için elimden geleni yaptım. Bazen “uysal” çocuk oldum bazen de haklılığımı bilinçli olarak en sona sakladım. Yeter ki ara vermesin, sonuna kadar gitsinler.. Zira bu insanlar hep bir yerde gidiyorlar ve gidecekler.  Benim onları bir kez olsun durdurma ya da durumu tersine döndürme şansım olduğu vakit bundan hiç kaçınmadığımı bilirim.   Her zaman sonu zaferle de bitmedi. İşi bıraktığım zamanlar oldu telli sahada sağlam dayak yediğim günler olduğu gibi ama benim için zafer o patlama anı ve diklenme anıdır. Zira sonucu ne olursa olsun karşı tarafa en kötü bir yumruk mutlaka atmışımdır. Mutlaka ki bundan sonraki süreçte biraz daha dikkat etmesi gerektiğini ya da diğer bir ihtimali ömürlerinin sonuna kadar hissedeceği küçük bir iz bırakmışımdır. Ve evet bunlarla hep gurur duydum, işimden ya da dişimden olsam dahi.. Nasıl ki yıllar içerisinde adına "sorumluluk" denilen nane nedeniyle bu anlardan kaçındığım vakit kendimden utandığım gibi..

Hiç yorum yok: