3 Eylül 2010

Mutluluk Algısı.!




Tüm bu ismim üzerinde dönen tartışmaların içerisinde hiç etkilenmedim dersem yalan söylemiş olurum. Üzerinize doğru savrulmuş onca kelimeden elbet birisi gelip arkadan çelme takıp sizi yere düşürüyor. Yine yürür gideriz ama biraz da hafif sekerek..

Öznenin ben olmadığım yerde dahi insanların diğerlerinin çektiği herhangi bir sıkıntıya ya da acıya bakış açısının yamukluğu dikkatimi çekti. Yani iş öyle çığrığından çıkmış ki dile getirilmesi gereken minumum acı aslında kimsenin düşünüp de acı çekmediği Afrikada bugün açlıktan ölme seviyesindeki çocuklar olarak belirlenmiş ve bu bana çok doğru gelmez. Bir insanın çektiği acının şiddetini belirleyen tek başına her insanın farklı şekilde etkileneceği durumun kendisi değildir daha çok insanın yaşanılan ile kendisi arasında kurduğu ilişkidir. Burada açığa çıkan hissiyatı kavrayabilmek için çokca zaman empati aracına binip olan biten ile kendinizden doğanı algılıyorsunuz ve karşıdaki insana ulaşamıyorsunuz aslında.

İki insan düşünün ve her ikisinin de çekilen acıların sonunda intihar ettiğini.. Bu iki insanın ne şiddette bir acı sonucunda yaşamlarını sona erdirmek istediğinin bir ölçümü olabilir mi ki ? Daha doğrusu empati ile bu acıları gerçekten ölçebileceğinizi mi düşünüyorsunuz ? Birisi savaşta annesinin hamile göbeğinin kesilmesine şahitlik etmek zorunda kaldıktan sonra yaşamına kıyar iken diğeri ise annesinin 'oğlum senden bir şey olmaz' diye azarlaması sonrası olsun.. Ki bu ikisi de yaşanmıştır.

Sonuç ortada ise yaşanılanların ortalama insandaki algısı neyi değiştirir? Genelde herhangi bir durumdan değil onu yaşayanın kendisinden, insandan yola çıkmanızı tavsiye ederim ve bu yüzden eşiniz, dostunuz, sevgiliniz ya da arkadaşınız ile sağlıklı iletişimin muhattabı onu tanıma becerinizdir.

O insanın yaşamını algılamadan annesiyle olan ilişkisinin onun üzerindeki ağırlığını hissetmeden lan ben burada ekmek bulamıyorum sen anandan işittiğin azardan mı bahsediyorsun diyeceksiniz ? Hangisine saygı duyarsınızı değil insanların sıkıntısının ya da mutluluğunun şiddetinin ne olduğunu ve hatta böyle bir şeyin olup olmadığını empati yaparak her zaman algılayamacağınızı söylüyorum..

Yaşadıklarına bakarak yaşanılanların ne olduğunu kavrayamayabilirsiniz ki hemen hepsi Endonezyadaki pek çok çocuğun çektiği acıdan daha az 'acı' olsa da hayat Aristo'nun düz mantığına göre biçimlenmiyor çokca.

Annem'e yıllardır anlatmaya çalışıyorum ve o hala daha ülkedeki haber programlarının içeriğinden yola çıkıp Almanya'ya ayak basarak ne kadar şanslı ve daha da kötüsü mutlu olduğumu düşünüyor. Oysa ben birazını anlatsam onu ağlama duvarına döndürebileceğim yurt hayatımın içerisinde dahi belki daha mutluydum, annem bunu bilebilir mi ki ? Onu ağlatanın oradaki dört duvar arasına sıkışmış çocuğa dokunamadığını ve aslında ağlayanın kendi çocukluğu olduğunu ben ona anlatabilir miyim ?

Bu şekilde yaklaşımın içine gömdürdüğü insan sayısı oldukça fazladır maalasef ve ben bu konuyu çok önceleri çok daha rahat hissedip burada yazı yazabildiğim zamanlar da şu şekilde dile getirmiştim.

Okuduklarımdan değil de yaşadıklarımdan öğrendiklerim var.

Seni sadece mutlu değil aynı zamanda memnun da eden varolan koşullarının geçmişe göre biraz daha iyi olmasıdır. O "Biraz daha iyi koşullara" sahip bir dünyada dünyaya gelen insanlar ise senin gibi mutlu ve memnun yine olmayacaktır çünkü seni mutlu ya da tatmin eden bir önceki zaman diliminde yaşadığın kötü koşulların sana yaşattığı mutsuzluklardır. Bu mutsuzluklarının sonucunda ancak bir şeyler seni mutlu eder. Açık bir şekilde söylemek gerekirse mutluluk bana göre mutsuzluktan doğan bir sanrıdır.

Çizin en güzel yaşamın resmini ve orada bir insanı dünyaya getirin. Tüm bu geçmişten bağımsız insan orada ne mutlu bir hayat yaşayacaktır ne de sandığınız gibi senden başka bir insan olacaktır.

Yaşamda gördüğünüz her türlü olumsuzluğu gidermeye çalışın ama bunu o koşullarda yaşam sürenler için yapın sadece. Çünkü sadece onun içerisinde yer alan insanın mutlu olma şansı vardır. Balıkesir - Akhisar yolunu dedem gibi bir gece boyunca yürümek yerine otobüse biniyor oluşum beni hiç mutlu etmedi. O yolu yürümeyen otobüsün varlığına da sevinemez. Dahası o yolu her seferinde yürümek zorunda bırakılanın otobüse binen insandan daha mutlu bir hayat yaşamış olma ihtimali de vardır.

Sizlerden çok başka koşullarda dünyaya gelen ve sizin bugün sahip olduğunuz sorunların hiçbirisine sahip olmayan insanların kendi koşulları içerisinde ne ilginçtir ki en az sizin kadar mutsuz olma ya da şikayet etme ve gerekirse tüm bu koşulların ona biçtiği yaşamdan vazgeçme hakları dahi vardır

v.s. diye gider bu yazı da aklıma ne geldi bak.

Hiç unutmam burasını okuyan insan sayısı bir elin parmakları kadarıydı ve ben böyle çok yazardım. Haliyle çok fazla yorum gelmediğinden sanki bir başka dünyanın çok çok olan insanları vardı karşımda ve tüm bu yazılanları sonuna kadar benim anlatmak istediğim gibi anlıyor gibi gelirdi. O duyguyu çok özledim.. Yazarken dahi insan bir başka hissediyordu..

Reklamdan parayı daha sonra götürürüm diyerek bir kaç gün dinlenelim, o eski günlere doğru yol alalım.

17 yorum:

umutation! dedi ki...

yine aynı tavsiyeyi veriyorum:

herkesi ciddiye alma.

üzüldüm ama yine de... ben de özledim o zamanları.

Borges dedi ki...

Umutation: Bu doğal sonuç. Üzülecek bir şey yok ama insanları ciddiye alma taraftarıyım ben.

Buradan çıkan sonuç da umarım benden bağımsız bir şekilde her insanı içerisinde bulunduğu bir bütünün parçası şekilde değerlendirilmek zorunda olduğudur.

3 gün sonra o yazma hevesi yine geliyor bana Pzt filan görüşürüz.p

uzun açıklama yaptım ki aynı tavsiyeler devam etmesin. içeriğe bakıp bence hayatınızda olan insanlara uygulamaya bakın.. ya da bakmayın:)

Protanopia dedi ki...

Ne kadar güzel bir tesbit. Belki yaşadığın hadiseden yola çıkmışsın ama çok daha genel ve önemli bir gözlem.

Bir empati kelimesi vardır gidiyor ama insanlar onu sözlükteki tanımından yola çıkıp kendini adamın yerine koyuyor ve "ben olsaydım şöyle şöyle olurdu" vs. gibi değerlendiriyor. Hayır arkadaşım, sen olsaydın değil tam olarak O Adam.

Onun yaşadığı koşullar, psikolojisi, geçmişi her şey, düşünerek değerlendirmeye kalkacaksın o durumu. Şartlar hakkında yeterli bilgin yoksa onun farkında olup geri çekileceksin, orada yetersizliğini kabullenceksin.

Bu tür fikir sakatlıkların farkındalığını burada görmek ve okumak beni çok mutlu ediyor. Benim gibi ifade sıkıntısı çekenlere de yardım ediyor. Çok teşekkürler.

Febi dedi ki...

Örneklem uzayını ister büyük alın, ister küçük, her kafadan ses çıkacaktır. çeşitlilik her yerde mevcut, ama anlamlılık değeriniz varsa geriye kalan alanı önemsemeyerek hipotezi kabul edersiniz, sizin hipoteziniz kabul göreli çok oldu, özletmeyin kendinizi ve "ve fakatlı" cümlelerinizi :) blogu tıklayıp yeni post olmadığını görüp üzülen kesim...

pink dedi ki...

Febi diyecek birşey bırakmamış saolsun.Aynen katılıyorum.Misimoviç'in MVP postundan sonraki gibi uzun bir ayrılık olmasın lütfen.

jacques dedi ki...

Yaşadıklarından öğrendiğin bir şey varsa-ki olması insan olabilmenin elzemidir- buyrun;

http://www.eksisozluk.com/show.asp?id=1097367

Pan Monroe dedi ki...

yahu o bu değil de, sen akhisar'lı mısın be usta?

pink dedi ki...

Abi yazıda yer alan'şu şekide dile getirmiştim'adlı linkte bahsi geçen okul İzmir Halil Rıfat'ta yer alan Çamlaraltı Koleji'mi?Özelden sormak daha uygun olurdu ancak şu anda okuduğum okul olduğu için onun merakına yenik düştüm,kusura kalma.

NOT:13 yıl orda mı okudun Orhan abi?Haddimi istemem ancak yine de.Cevaplamazsan saygı duyarım.Ortak bir çok yönümüz olmadığını belki sen hiçbir zaman anlamayacak olsan da,ben biliyorum.

dreamilan dedi ki...

İnsanların büyük çoğunluğu başkalarının mutsuzluğundan beslenerek yaşarlar ve mutluluklarını başkalarının mutsuzlukları üzerine kurarlar yani benden de beterleri var düşüncesinin ulaştırdığı sahte hayali(Gerçek olmayan) bir mutluluk yaşarlar.

Borges dedi ki...

Febi: Yarın bugün görüşürüz. Yoğunluk da var biraz.

Falagar: Fatih Kolleji, Çamlaraltı ve Karataş Lisesi. En çok Çamlaraltı ama. Bu gibi durumlar için sağ üstte mail var efendim.)

Borges dedi ki...

pan monroe: Balıkesirliyiz biz ama Akhisar uzak düşmez:)

Pan Monroe dedi ki...

ulan o daha komikmiş, ayvalıklıyım ben :))

Borges dedi ki...

Pan Monroe: Hemşo:)

Kamil Güğüm dedi ki...

Dünyevi şeylerden bahsedilirken bazen derlerki:

- Bunları kafana takmıycaksın ... takarsan orda kalırsın ... kalırsan orda durursun ... durursan ebenin .mını görürsün.
- Ya ne yapmalıyım?
- Yürüyeceksin dostum, etkilendiğin birşey mi var; gördüğün anda oradan uzaklaşacaksın.

Öyle olmuyor be abi, valla en azından her konuda böyle olmuyor. Bugün çok zordu benim için, hayatımda yirminci kez kan verdim. Zorluk kan vermeyle alakalı değil. Son ikisinde aynı sebepten, bir hastam için verdim kanı. Keşke insanın elinden fazlası gelse, hastalık karşısında aciz duruma düşmekten daha kötü birşey yokmuş, bugün bunu -birkez daha- anladım.

Sabah duşunu almış, traşını olmuş, wax jölesini sürmüş, parfümünü sıkmış Kamil kardeşiniz; hasta olan bir aile büyüğüne yapacağı yardımın gazıyla evden çıkıyor. Atlıyor dehşetcengiz arabasına. Basıp gidiyor Cerrahpaşa'ya. Zımba gibi hissediyor kendini. Zira veriyor 450 gram kanı her zamanki gibi 4 dakikada. Kan verme işlemi bitince "5 dakika uzanarak, ondan sonra 5 dakikada doğrulup oturarak toplam 10 dakika dinlenin" diyen görevliye gülümseyerek "Merak etmeyin ben 20 kez kan verdim, idmanlıyım" esprisini yapmamak için kendini zor tutuyor. Sonra kan verdiği hastasını görmeye gidiyor.

Kapıdan içeriye girecekken amcası "Kamil iki dakika sonra gel" diyor. Çünkü hastasının yarasının bandajı değiştiriliyor, hasta kendini yana çevirmiş bacağındaki yarayı doktoruna doğru tutuyor. O arada büyüyen gözlerle kendisine bakan Kamil'in pötrlemiş gözlerine bakıyor ama 70 yıllık hayatını, hastalığını özetlercesine "Ben bunu hakedecek ne yaptım" dercesine bakıyor ve akabinde Kamil yarayı görüyor.

Bir kanser yarası. Allahım. Kapı kapanınca 3-5 saniyede geliyor yaşlar. Bu kadar mı denk gelir. Dağılan hissiyat, ağlayan suratı maymun götüne dönmüş bir Kamil, yine kimseye görünmeden lavaboya yetişiyor; aynaya bakıp, kızarmış gözlerle hayatı sorguluyor. Konuşuyor kendi kendine: Ya takmayacaksın Kamil, ya da ara ara bu kırmızı gözlerle kendini izleyeceksin aynada.

Her iki durumda da bileceksin ama; bir kanser yarası var orada, büyük.

UnIn dedi ki...

yöntem olarak empati, ilke olarak umut!
Alıştığım koşulların dışındadır yazmamış Borges :P
Ya mutsuz olursam?
Salonda çalışan kocaman kaslı abilerin, kilo vereyim, belki biraz benim de kasım olur düşüncesiyle salona giden benim gibilere bakışı aklıma geldi, o, bir elin parmaklarının dışında olmak da zor, demek istediğim..

ozan.uzel dedi ki...

yaw kime ne, gotur parayi reklamdan ya da goturme, alma su adamlari cok da ciddiye, yaz guzelce yazilarini tahlilleri analizleri, keyiflendir hocam bizi esas olan senin hedef okuyucu kitlenle paylasmak degil mi bunlari, musimovic yazmissin okumaya doyum olmaz, yazmaya devam et mutlu et bizi, sıkma kendini su salaksacma adamların muhabbeti yuzunden...

cello bello dedi ki...

itler istedi diye atlar ölmez.insanların fikirlerini beyan etmeleri farklı bir şeydir.çemkirmek farklıdır.bugün yapılan budur.her denileni boş ver demekle boş verilmez her şey.borges doğrusunu yapmıştır.kaçak yaşamak hiçbir zaman çözüm olmaz.